Faşizm kendisini korkuyla tatbik edebiliyor. Kitlesel korku, bireyde başlıyor. Faşizm, kendisini yukarıdan aşağıya tatbik edebiliyor ama bunu yapabilmek için zemini de kontrol ediyor. Faşizm, korkunun zeminini hazırladıkça güçlenebiliyor. Ama kitleleri değil; bireyleri korkutabiliyor. Kendisini “faşist” diye tanımlayabilen pek az ve radikal insan varken, merhametten, milli onurdan, dinî gururdan hatta demokrasiden bahsederek faşizmi tatbik ettiren milyonlarca "birey", bir sınıfın diğerini ezmesine hizmet edebiliyor. Faşizm, bu ezilme gerçekliğini sürekli hâle getirme arayışının ve bu arayışın sonucunda doğan canavarın adı oluyor.
Kapitalist devlet, böyle bir ortamda faşizmin uygulayıcısı olan sınıfın aracı olabiliyor. Faşizm, halkın üstünde bulunan bir sınıfın diğerine uyguladığı baskıyla doğan polis devleti rejimi olarak anılır. Oysa kapitalizmin olduğu her yerde faşizmin dozajı duruma ve zamana göre değişiklik gösterir. Çünkü ezilen halk kitleleri, ezilme gerçekliğini değiştirmek istedikçe ezen sınıf buna karşı kendini korumaya alır. Bu koruma durumu, o güne kadar eğittiği kolluk güçlerine, yarattığı hukuka, sahip olduğu medyasına, yarattığı sınıf bilinçsiz, kendisine yabancılaştırılmış halk kitlesine ve bu halk kitlesini yaratan tüm diğer ideolojik aygıtlara dayanır. Ancak faşizme bu gücü veren, kitlelerin faşizme duyduğu sempati değildir. Şeffaf olmayan ve üzerine birçok zırhı geçirmiş bir sınıfın, zırhın altındaki bilinmezliğidir korkutan insanları.
Kolluk güçleri ezilen halkın evlatlarından oluşur ama kendi halklarına düşman edilecek kadar gözlerini körelten ideoloji, onlara faşizmin bilinmezliğinden ve kendi baskı aygıtı olan kolluk kuvvetlerine ayrıca verdiği ideolojiden, psikolojik eğitimden, rütbeler arası baskıdan, bireyi sarıp sarmalayan o şimdiye ve geleceğe dair kapkara kaygılardan kaynaklanır.
Faşizm, kendi kolluk gücüne dahi sürekli baskı uygulayarak kendi meşruluğunu ürettiği birey üzerinde tatbik eder; yabancılaştırır halkına insanı. Bu korku ve baskı diğer devlet kurumlarında çalışan insanlardan tutun da belediyelere, esnaflara, sendikalı veya sendikasız işçilere o veya bu şekilde kendisini gösterir. Her sınıfa ve her sosyal tabakaya özü aynı ama biçimi farklı, kaynağı aynı ama gösterdiği farklı olan bir rota gösterir faşizm. Buna uyanların stabil, önceden belirlenmiş yaşam çizgisi garantili ama uymayanların gelecekleri tehlikede, tehdit altında ve hatta halkın içinde izolasyona, tecride kadar vardırılacak bir sosyal psikoloji zemininin görünmez koşullarıdır faşizmi güçlü kılan. Bu stabil yaşama sahip olanlara bundan daha iyisinin olamayacağına inandırmada, bireyciliğin dar kalıpları içinde tutabilmekten, faşizmden daha başarılısı yoktur.
Faşizm gösterildiği gibi geri halk kitlesinin bir hezeyanı değil; devletle bütünleşmiş ideolojilerin çizdiği çemberin içini dolduran ve bu çemberin içini besleyen her şeydir. Geri halk kitlesinden önce faşizm, tek tek bütün bireylere sirayet eden maddi ve manevi kaygıların ustaca işlenebilmesine dayanıyor. Yani faşizm, bireyde başlıyor ama doğrudan bireyin faşistliğini ilân etmesi ile değil, çok çeşitli ve süreli biçimde korkutulmasına dayanıyor.
Korku ise ezilene duyulan nefreti beslemeye yarıyor. Ezilene vurdukça güvenli alan sağlamak, faşizmin liberalizmle kendisini birleştirmesine ya da faşizmin liberalizm içinde asimile olmasına –saklanmasına- yarıyor. Ezilenin sindirildiği yerde faşizm, liberalizme dayanan toplumsal formasyona evriliyor. Ezilenin yeniden güçlendiği yerde ise liberalizm, hızla faşizme dönüşüyor.
Sınıflararası ilişkilerin gerginliği kapitalist devletin, sınıfın tavrını, siyasetini belirleyen ana neden oluyor. Faşizmin dine veya milliyete duyduğu ihtiyaç, sadece ezilene ezildiğini unutturmak için oluyorken hiçbir ezen sınıfın aynı değerlere itibar etmediği, her şefin aslında patronlarına ezileni dizginlemek ve bastırmak için hizmet eden bir memur olduğu ortada olan bir gerçek oluyor.
Faşizmin iç dinamiği ile dış dinamiği birbirine tamamen zıt görüşleri barındırıyor. Faşizm, dışta vatanı, milleti, dini sevdiğini söylerken kendi içsel durumunda sınıfsal ve ideolojik temeli gereği vatanı satıyor, milleti hakir görüyor (emekçi halkı), dini bir para kazanma, dizginleme aracı olarak görüyor ve faşizm, kendi kitlesine bireysel kaygılar aşılıyor. Sınıf bilincini, siyasetini kurutuyor, sınıf partisini yine yarattığı birey ve kaygılar ile legalizm içinde bu kuraklığın ve çaresizliğin aracına dönüştürüyor.
Faşizm, çiğnediği her şeyi koruyormuş veya çiğneyenlere karşıymış demagojisine sarılarak, zaten kendi ideolojik aygıtları ile çaresiz bıraktığı insanlara umut satmaya, tek ses olmaya, diğer bütün sesleri kendi sesiyle birleştirmeye, hatta kendi sesiyle onları sindirmeye dayanıyor. Faşizme güç veren şey, baskıdan sonra ezilenin uzlaşma arayışı olurken, ezilenin uzlaşma amacı, çare görünmezliğinden kaynaklanan bireysel kaygıları oluyor.
Faşizm, uyguladığı baskıyla ve yarattığı maddi düzenle bireyciliği cevher gibi gösterirken ezilene kolektif bilinci lanetliyor, kolektif bilinci parçalayacak liberalizmi ve korkuyu aynı anda veriyor. Liberalizme düşen, devletin ideolojik aygıtlığı iken faşizmin sürekli ideoloji ürettirip ve baskı uyguladığı kolluk güçlerine, hukuka düşen devletin baskı aygıtlığı oluyor. Devletin kolluk güçlerine uyguladığı baskı, kendi sınıfsal ve bireysel kimliklerini iğdiş ederken bu iğdiş edilmiş, hadım gücün geçmişe ve geleceğe dair tüm tavırları törpülenmiş oluyor.
Düzen kendisini ezileni kıskaca alma konusunda iki ayrı ucu birleştirerek tamamlıyor. Faşizm ve Liberalizm, kitleleri dağıtmaya, gösterilen noktalarda tutmaya dayanan vaazlara ve gerekirse şiddete sarılan sınıfın ideolojisiyken, proleter ideoloji, faşizme ve liberalizme karşı örgütlenmenin, korkuyu kitleselleşmeyle yenmenin yolunu yapmaktan başka çaresi olmayanların özgürlüğe giderken yolu açan, gösteren meşalesi oluyor.
Emre Kabartaş
