İsmet Özel’li Anılara Bir Katkı

İsmet Özel’le kişisel maceralar yaşayanları hep bir yerlerde dinlemişizdir. Genelde bu hikâyeler, dilden dile dolaşan, mesaj yüklü, sokakta sıradan insanların içerisinde geçen ve genç okuyucunun hayranı olduğu İsmet Özel tarafından oldukça hırpalandığı anılardan oluşur.
Bu satırları yazanın da bundan yaklaşık beş-altı sene önce İsmet Özel’le bir anısı olmuştu. Elbette benim maceram da -bütün İsmet Özel maceraları gibi- sıradan insanların bulunduğu bir ortamda, metrobüste yaşandı.
Öğrencilik yıllarımda İstanbul’un bir ucundan bir ucuna yolculuk yapar, okula gitmeye çabalardım. Günde yaklaşık dört saat yolculuk demekti bu. Bu kadar uzun vakitte boş durmamak için kitaplar okurdum.
Bir gün metrobüste İsmet Özel okuyordum, yanılmıyorsam Tehdit Değil Teklif kitabını. Metrobüsün o karmaşasında bazı yazılarını anlıyor, bazılarını anlamıyor, ama gene de büyük bir çabayla okuyordum.
Cevizlibağ’a vardım, bindiğim “34C” hattının son durağıydı burası. Edirnekapı’ya gidebilmek için başka bir metrobüse, orta kapıdan bindim. Manzaralı olsun ve diğer insanlarla yüz yüze gelmeyim diye bindiğim kapıdan dışarıya bakmaya başladım.
Önümde kapıya daha yakın, yaşlı, kısa boylu bir adam vardı. Kapıya tutunduğu için, her durakta kapı açıldığında kapıyla birlikte hareket etmek zorunda kalan, bulunduğu konumu pek doğru seçtiği söylenemeyen bir adamdı bu. Ama inat etmişçesine konumunu da asla terk etmiyordu.
Onun durduğu yer, insanların hep geçiş noktasında, fakat kimsenin durmadığı bir yerdi. Bense onun arkasında, kısmen daha iyi bir yerde duruyordum. Malum şahıs birden başını sola doğru hafif çevirince, onun İsmet Özel’i andıran biri olduğunu gördüm.
Daha beş dakika kadar önce Türkiye’nin en önemli entelektüellerinden İsmet Özel’i okuyor ve biraz sonra onunla metrobüste karşılaşıyordum. Olacak iş değildi. Hem yazarçizerler hep İstanbul boğazını izlemezler miydi? Ne işi vardı tıkış tıkış bir metrobüste İsmet Özel’in?
Bu şaşkınlıkları yaşıyorken o kişinin İsmet Özel olup olmadığını daha net görmek için onun sol tarafına geçtim. Evet gerçekten karşımda, fakat sırtı bana dönük bir İsmet Özel vardı. Dışarıya öyle bir bakıyordu ki, karşısında sanki bir savaş görüntüsü vardı. Arada bir alt dudağıyla bıyıklarını yiyor, E-5’in çirkin görüntüsüne, sanki orada otomobillerden başka, derin şeyler varmışçasına bakıyordu.
Böyle fırsat her insanın karşısına çıkmaz düşüncesiyle onunla konuşma planları yaptım. Muhabbete nereden gireceğim gayet açıktı, biraz önce onun kitabını okuyordum, ama giriş nasıl olacaktı? Bir ara “üstad” demek geçti içimden, sonra vazgeçtim nedense.
Ona kendisini gördüğüme şaşırdığımı gösterecek biçimde “İsmet Özel?” diye soracak, verdiği cevapla biraz önce onu okuduğumu, enteresan bir tevafuk yaşandığını anlatacaktım.
Metrobüsün o karmaşası içerisinde cesaretimi toplayıp yanına daha bir yaklaştım, şaşkınlığımı gösterircesine planladığım gibi sadece “İsmet Özel?” dedim. İsmet Özel anında “Ne zamandan beri?” cevabını verdi.
Neye uğradığımı şaşırdım. Hiçbir karşılık veremedim. Yakın bir zamanda kitabının ön sayfalarında doğum tarihini görmüştüm. Bir ara bu derin, fakat abuk gördüğüm soruya, biraz da saf ayağına yatarak doğum tarihiyle karşılık vermeyi düşündüm. Fakat ne kadar hatırlamaya çalışsam da doğum tarihi aklıma gelmemişti.
Edirnekapı’ya yaklaşmıştık. Belki muhabbeti açabilseydim inmezdim. Ama açamamıştım. Hatta hiç girmek istemediğim bir kavgada mağlup olmuştum. Cevap verememek içimde bir kin doğurmuştu. “İyi akşamlar” bile demeden indim metrobüsten.
Öcümü almış mıydım bilemiyorum. İçimden “bu adam kafayı yemiş, bu adam tırlatmış, bu adam zır deli, artist!” diye geçirdim. İsmet Özel’in kitaplarını bana tanıtan abiyi aradım, olayı anlattım, “o öyle biri” deyip güldü geçti, bense “bir daha bu adamı okumayacağım” diye kendimce ona karşı radikal bir karar aldım.
Ne kadar da zordu bu İsmet Özel. Açıklayamadığımız irrasyonel tavırları onu severek takip edenleri bile böyle çileden çıkarıyordu işte. Ona aşırı anlamlar yüklüyor, sonra bu anlamın onun tarafından kırıldığını görüp ona düşman oluyorduk.
Burada İsmet Özel’le bir diyalog yaşayıp onu “deli” olarak gören birinin hikâyesini okuduk. Fakat buna benzer diyaloglar dışında onun kısa videolarını izleyip ona deli muamelesi yapanlar da var.
Geçenlerde sosyal medyada böyle bir kişinin paylaşımını gördüm. İsmet Özel’in kendisinden ve konuşmasının bağlamından koparılmış kısacık bir videosuyla ona deli muamelesi yapıyordu.
Birine “deli” deyince o kişi deli olmaz. Hatta kimin deli olup olmadığına kimse karar veremez. Fakat birilerine “deli” diyenlerin kendilerini akıllı gördükleri kesin. Peki buradaki akıllılık, kimin ve hangi ideolojinin mantığına göre akıllıktır?
Aklımızı ve mantığımızı oluşturan şey, kimin aklı ve kimin mantığıdır? Düşünme mantalitemizi belirleyen şeyler nelerdir? Bu sorulara cevap aradığımız pek söylenemez. İsmet Özel’in ise “kesin deli” olduğunu iddia ediyoruz.
İsmet Özel’le yaşadığım o kısa diyalog sonrası bir daha onu okumama sözümü üç-dört sene tuttum. Fakat sosyal medyada gördüğüm tepkisel yorumlar sonrası, onu bir daha okuma kararı aldım.
Evde tesadüf eseri elime geçen kitap, yukarıdaki konularla da bağlantılı olan, İsmet Özel’in kendi hayat hikâyesini anlattığı Waldo Sen Neden Burada Değilsin kitabıydı. Kitabın ismi ise bir hikâyeden geliyordu:
“Thoreau, ABD’nin Meksika’ya karşı yürüttüğü emperyalist savaş sırasında konan nüfus başına vergiyi, ‘ödediği dolar bir adam öldürmek üzere, başka bir adam veya tüfek satın almaya yaramasın’ gerekçesiyle vermeyi reddedince bir gece hapiste yattı. Kendisinden on dört yaş büyük olan ve birçok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylaşan Ralph Waldo Emerson, telaşla arkadaşını görmek üzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir konuşmanın cereyan ettiği anlatılır:
Henry, neden buradasın?
Waldo, sen neden burada değilsin?”
Aslında bu hikâye birçok problematikte kullanılabilir. Örneğin bu yazıda İsmet Özel’in deli olduğuna dair iddialara karşı İsmet Özel çıkıp “Waldo olan bizler”e şu soruyu sorabilir: “Waldo, sen neden delirmedin?”
Hakikaten sormak gerekir acaba bu çağda bizler gibi akıllı olmak, İsmet Özel gibi deli olmaktan daha mı kıymetli, daha mı İslamî, daha mı Müslümanca? Velev ki İsmet Özel delirdi, peki biz akıllılar ne yapıyor veya ne yapmıyoruz?
Biz akıllılar, düşünce adına ne üretebiliyoruz? Biz akıllılar, İslam için ne düşünebiliyoruz? Biz akıllılar, vatan için ne düşünebiliyoruz? Biz akıllılar, kâfirler için ne düşünebiliyoruz? Biz akıllılar, Amerika için ne düşünebiliyoruz?
Bu soruları sorunca ortaya çıkıyor ki deliler akıllılardan daha çok düşünüyorlar. Gene bu soruları sorunca ortaya çıkıyor ki, belki de bu çağda ve bu ülkede deli olmak akıllı olmaktan daha Müslümanca bir hareket.
Yusuf Tunçbilek

Share this

Related Posts

Previous
Next Post »